Monday, April 30, 2007

Mavi Güvercinler Feministi...

Benden dokuz yaş küçük bir kuzenim var... O çocukken onu hep bir kardeş olarak gördüm, O da beni bir abla... Hatta bana abla diyen tek kişidir, adımı başa koymadan tabi... Son zamanlarda çok sık görüşemesek de arada onu anarım. Çok anılarımız vardır onunla. Geçenlerde ona ait sakladığım bir ajanda buldum. İçinde yaptığı resimler, küçük hikayeler vardı. Bir de sanırım yeni okuma yazma öğrendiği sıralarda annesi ile yapmış olduğu küçük bir yazışma buldum. Aynen şöyleydi:

- Güzel kızım biraz ders çalışsak nasıl olur?
- Neee dersmi tühhhh!
- Sen Lama mısın?
- Niye ?
- Lamalar kızınca tükürür de...
- Zavallı anne, saçmalıyoruz çünkü hep yalnızız...

Bu aslında beni hüzünlendiren bir yazı da oldu... Anne kız evdeler ve kız sıkılıyor... Aynı defterde bir sürü küçük hikaye ve senaryo çalışmaları vardı. Kuzenimin annesi edebiyatı çok güçlü, sürekli kitap okuyan ve yazısı da kuvvetli bir kadındır, kızı da ona çekmiş. Yazılarından birinin adı şu: "Mavi Güvercinler Feministi" Güvercinler niye mavi, bunlara sahip feminist kim, 7-8 yaşında bir çocuk böyle bir sürreal ismi nereden bulur bilinmez. Fakat konusu da absürt bu hikayeye kapak resmi yapan kim dersiniz? Evet bildiniz o sıralar 16-17 yaşlarında olan Renk arkadaşınız. Mavi kuşa benzer karartılar yapmışım, resim de sürreal! Çocukla çocuk olmak mıydı, yoksa yaptığım o resimlerden zevk alıyormuydum hatırlamıyorum ama o resimleri yaptığımız gün dün gibi aklımda. Suluboya ile yapmıştuık. Kuzenim özgün hikayelerini yazıveriyor, ben de onlara uygun kapak resmi yapıyordum. Hikayeler genelde isimleri ile alakasız abuk yazılar oluyordu ama resimler isimle çok alakalıydı da anlayana... Bir başka hikaye olan "Martı ve mantı" isimli çalışmamızdaki mantı ailenin mantıya olan düşkünlüğünü gösteriyordu da bu martı, güvercin gibi bilumum kuş sevdası da neydi:-)

Bir yılbaşı akşamını ki üniversiteye başladığım seneydi kuzenim ile Barbie oynamakla geçirdiğimizi söylemeliyim. Hatta daha da ileri gidip maket malzemelerimde Barbie evi yapmıştım ona. Koltuklar, masa, dolaplar, perdeler... O 3-4 yaşındayken de onunla saatlerce, sabırla lego oynayan yine bendim.

Yine aynı sene yazın kuzenle karşılıklı koltuklara uzanmış, Ahu Tuğbanın bir filmini izliyorduk ki neden diye sormayın. Bu Ahu Tuğba bir rolde de iyi çıkmaz ki be kardeşim, sonunda iyi olmuşken eski kötülüğünün cezasını çekti ve sevgilisinin kollarında öldü. Ben bir başladım ağlamaya! Ama ne ağlama, kimse durduramıyor. Bizimki de başladı ağlamaya. Bir de cidden ağlıyor muyum diye kolaçan ediyor beni. Annem geldi, hangimizle ilgileneceğini şaşırdı. Duramadık anlayacağınız! K

uzenim biraz büyüdüğünde beraber daha çok eğlenmeye başladık. Bir kez onu da almak zorunda kalarak bir bara gittik ki 15 yaşında! Ben bir bira ve Onu kastederek bir meyva kokteyli istedim. Garson birayı ona, kokteyli bana verince pek havalara girmiştik ikimiz de. Ben genç görünmekten, O da büyük. Benim en minik kuzenim olduğu için hep şımartılmış, ayrıca yaptığı komiklikler de her tanışılana anlatılmıştır. Yani masada o varsa onun yaptıkları konuşulur, gülüşülür. Bu bir gelenektir ki kendisi bu durumdan çok zevk alır ve mutluluğunu belirtecek söz bulamaz!!!

Şimdi bebek bakıyor evde. Yine annesiyle, yine tüm gün evde üçü yalnız... Yeteneği olan yazmayı bırakması yazık oldu bence. Oysa iyi bir gazeteci veya yazar olabilirdi ve bunun okulunu da okumuştu. Yazık oldu... Mavi güvercinlerin feministi olamadı:-)

24 Comments:

Blogger Burcu said...

renklercim,bu yazı bana neden bu kadar hüzünlü geldi ? bende mi bi problem var acaba ? :/ yoksa yazı cidden hüzünlü mü? bunu açıkla yoksa düşün düşün biyere varamayacağım :)
senin Ahu Tuğba filmindeki gibi bende nerdeyse kızcağız işini yapamıyor die ağlayacağım.yalnız deip ağlayacağım. biri beni durdursunnnn :)

11:27 PM

 
Blogger renkler said...

Sashacığım, sen olayı kavramışsın. Yazı cidden hüzünlü. Çünkü kuzenimi çocukken hep mutlu yüzü ile, eğlenirken hatırlarım. Bir yaştan sonra yüzüne bir hüzün geldi ve hiç gitmedi. Şimdi de hiç mutlu gelmiyor bana. Cidden yetenekliydi ve hamile kalmadan hem okuyor hem de Türkiyenin en iyi gazetelerinden birinde yazıyordu...

11:38 PM

 
Blogger Ayçiçeği said...

Ben de hüzünlendim okurken.
Fakat senin ona o zamanlar gösterdiğin ilgi de çok duygulandırdı beni.
Keşke hiç ara vermeden devam etseydi yazmaya. Gazetede çalışıp evden de yazabilirdi. Hem annesi de yanındaymış, bebekle de ilgilenebilimiş. Ne bileyim, keşke devam etseydi..

12:04 AM

 
Blogger [ fiкяiмiи iиcє güℓü ] said...

Maalesef hayat herkes için dört dörtlük olamıyor..:( hüzün vardı yazında, çocukluğun getirdiği o masum sevinçler vardı.. anılar, kardeşlik her bi şey vardı..
Belki kuzenin, hayatın ona getirdiği, mavi güvercinin annesi olmaktan mutlu olmayı deneyebilir.. sonra ileride bebişi büyüyünce de işine geri dönebilir.. daha o kadar genç ki.:)

12:52 AM

 
Blogger Nasıl geçti habersiz... said...

Ah bana ,benimkileri hatırlattı. Bizdebirbirimize sadece abla abiderdik. Hele bizim yaşımızakadar gelindiğinde,herkes bir yerlere savrulmuş,kendi hayatı ile uğraşırken nerede o eski saflık? Güzel günler?
Torunlar birbirinihiç tanımayacak bile.
Ama İncegül'üm güzel yazmış.o daha çok genç. Hepsi olur inşallah.

Çok ünlü bir seramik sanatçımız,(şimdi adını ne desem yalan)
40 yaşında eline oyalansın diye kil vermişler hastahanede.
Ondan sonra seramikte 40. sanat yılını bile kutlamış.

1:22 AM

 
Blogger Gamzeli said...

Keşke bırakmasaydı,ama kısmet değilmiş sanırım :(

1:50 AM

 
Blogger böğürtlengözün annesi said...

Bu kuzen meselesi benim içimde hep ukte kalmıştır. Sokakta kol kola arkadaşça gezen ve bu benim kuzenim diye bizimle tanıştıranlara bayılırdım. Benim en büyük kuzenim benden 5 yaş küçük ama yurtdışında olduklarından görüşemedik fazla.Halamın oğlu , teyzemin kızı olan kuzenlerimde şu an Tolga ile arkadaşlık yapıyorlar ve bu benim çok hoşuma gidiyor. Bak şimdi hüzünlendim bende yazını okuyunca...

1:58 AM

 
Blogger KUGUU said...

Huzunlu anlatmissin bunu:( Neden 3 u yanliz simdi evde- esi?

2:06 AM

 
Blogger kurunane said...

çok güzel bir yazı bu. kuzenin için üzüldüm, keşke oda bir blog açıp, yazmaya devam etse.

2:54 AM

 
Blogger renkler said...

Ayçiçekçiğim,keşke ama kısmet değilmiş. Hamileyken bıraktı çalışmayı, o dönem çok kızdım. Sonuçta kendi seçimiydi. Annesi de çok önemli bir gazetede muhabirdi fakat o da iş hayatını terketti. Kendileri muttlu ise... Ama mutlu gibi de gelmiyorlar nedense...

3:13 AM

 
Blogger renkler said...

İnce Gülcüğüm, bebek şimdi bir yaşında, büyüyünce döner mi bilmiyorum. Basın sektörü çok acımasız ve gençlerin veya deneyimlilerin dünyası. Bir yaştan sonra kariyere dönmek zor. Ama istenirse herşey mümkün tabi...

3:14 AM

 
Blogger renkler said...

Yağmur Damlacıkım, o sanatçı Füreyya... Benim babam çok severdi. Ahşap heykeller yapardı babam da, bir galeride Füreyyanın eserleri ile sergilenmiş gençliğinde. Çok gurur duymuştu...

3:15 AM

 
Blogger renkler said...

Gamzeliciğim, herşey kısmet tabi. Ne diyelim hayırlısı olsun...

3:16 AM

 
Blogger Nasıl geçti habersiz... said...

heh Feraye değildi,ona benzer bir şeydi.
yazmıyım bu yanlış ismi dedim bak,sen biliyormuşsun.
Ben de hayatını Ayşe Kulin'in kitabından okumuştum.:)

3:39 AM

 
Blogger renkler said...

Sevgili Böğürtlen gözün annesi, Herkesi hüzünlendirdim anlaşılan. Kuzen güzel birşey. Keşke hiç kopmasak...

4:08 AM

 
Blogger renkler said...

Kuğucuğum eşi var elbet. Yalnız dediğim gündüzleri... Yani ev kadını durumundalar. Annesi benim annem gibi yakınında oturuyor...

4:09 AM

 
Blogger renkler said...

Kurunaneciğim, aslında ne iyi olur. Bunu bir söyleyeyim...

4:09 AM

 
Blogger renkler said...

Yağmur Damlacıkı, ben de severek okumuştum o kitabı.

4:10 AM

 
Blogger PERİLİ KÖŞK said...

eski yıllarda çok yakınmışsınız ,bence sen onu eski yıllarda olduğu gibi etkiler kurunanemin dediği gibi blog dünyasına yönlendirebilirsin, bu arada senin blogunu takip ediyor mu?..

8:35 AM

 
Blogger gazel vakti said...

Banada hüzünlü geldi bu yazı. Bende hep güzel ve özgün yazılar yazdım yıllarca. Daha sonra blogda yazmaya başladım o yazdıklarımla kel alaka. Sanki komikmişim gibi yazılar yazıyorum beni bırakmışım gibi geliyor o yazdılarımda. Almak okumak bile istemiyorum eski yazdıklarımı gerçek ben çıkıyor karşıma.

1:24 PM

 
Blogger renkler said...

Sevgili Perili Köşk, bloğumu takip ettiğini sanmıyorum. Çok ender görüşebiliyoruz, bloğumdan bahsetmiştim ama okuyor mu bilmiyorum...

10:36 PM

 
Blogger renkler said...

Sevgili Gazel Vakti, neden gerçeklerinle yüzleşmek istemediğini anlayamadım. Yine özgün yazılar yazabilirsin, sonuçta şimdi yazdıkların da gerçek sensin. Kendini nasıl rahat ve mutlu hissedeceksen öyle yazmak lazım. Ben de bazen gayet düzgün yazarken başka bir gün içimden gelmiyor, baştan savma yazabiliyorum. Hiç belli olmuyor.

10:38 PM

 
Blogger Bocuruk said...

Evet çoğumuz istediğimiz yada yeteneklerimize göre hakettiğimiz yerde değiliz. Bazıları da hiç haketmedikleri halde başkalarını birebir taklit edip aslında hiç olmadıkları rollere zoraki bürünüyorlar. Ama ben yine de iyi şeyleri hakedenlerin hayatta farklılık yarattığını düşünüyorum. Kuzenin yetiştirdiği çocukta gösterecektir bunu. Ve daha genç bence, hiçbir şey için geç değil. Blog fikrini mutlaka söyle.
Sevgilerimle...

10:48 PM

 
Blogger renkler said...

Bocurukçuğum, ben ona hep diyorum nasıl olsa evdesin ve annen yakınında. Fırsat buldukça yaz diye. Bence (neden bilmiyorum) yazmak veya çalışmak, herhangi birşey yapmak istemiyor. Hayır, bu mutluluk veriyorsa iyi, ama sanmıyorum...

10:52 PM

 

Post a Comment

<< Home