Friday, July 27, 2007

Işığın Tutulduğu Gece...

Burcu, Meltem ve Cenk çocukluktan beri kopmayan arkadaşlardı. Aynı yazlık sitede oturan ailelerin çocukları olarak tanışmışlardı birbirleri ile... Hayat onları bambaşka noktalara attıysa da boşluklardan yararlanıp birbirlerini buluyorlar ve büyük koşturma içerisinde beraber eğlenip gezebilmeyi başarıyorlardı. Üçü de üniversiteyi bitirmiş ve bambaşka sektörlerde boğucu iş hayatına atılmış, kariyerlerini ilerletmeyi hayal ediyorlardı.

Ağustos ayında gerçekleşecek güneş tutulması aylar önceden konuşmaya başladıkları bir konuydu ve o gün tutulmanın en güzel biçimde izlenebileceği Nemrut’da olmaya karar verdiler. Çalışma hayatının başındaki gençler için izin almak çok kolay olmasa da bunu başarabildiler.

Burcu güneş tutulması başladığı anda garip bir rüzgar hissetti vücudu üzerinde. Ellerinde tuttukları özel camlar ile bakmaya başladılar kararan güneşe. Tam olarak ışığın gizlendiği anda kuşlar şaşırarak uçuşmakta ve acı bir şekilde ötüşmektelerdi. Oradaki insanların hayret ve hayranlık ile ağızlarından çıkan mırıltılar giderek çoğalıyor ve ortamda bir uğultuya dönüşüyordu.

Güneş artık yalın bir çember ışıltısı haline gelince Burcu robotsu hareketler ile elindeki camı gözlerinden uzaklaştırdı ve muhteşem olayı çıplak gözle izlemeye devam etti. Hissettiği şey tam anlamı ile büyülenmiş olduğuydu. Belki bir daha asla şahit olamayacağı bu doğaya özgü gizeme gözlerini kapatmadan, hayranlık ile bakıyordu… Ağzından sadece “çok güzel…” kelimeleri döküldü. Muhtemelen bunu sadece kendisi duydu…

Güneş eski formuna kavuşurken ortalık sabah aydınlanmasına benzer bir loştuktaydı ve insanlar hala olayın etkisinden kurtulamamıştı. Üç genç kendilerine geldikten sonra hissettiklerini, deneyimlerini birbirine anlattılar.

Nemruttan dönerken boyuna güneş tutulması olaylarından bahsettiler. Meltem tarihte bu olayın hep uğursuz sayıldığını ve ardından hep kötü olayların meydana geldiğini söylüyordu. Ona göre yine kötü şeyler olacaktı. Diğer ikisi ise buna kesinlikle inanmıyordu ve hafif çapta Meltem’in korkusu ile dalga geçiyorlardı. Tutulmanın yarısını sadece gözleri ile izlemiş Burcu ise göz ağrısından şikayet edip durdu… Diğerleri de kendi düşenin ağlamaması gerektiğini söyleyip gülüştüler. Eve gidene kadar eğlendi üç arkadaş yine…

Burcu son altı aydır Cenk’in kendisine başka türlü baktığını hissediyordu. İlginç olan ise onun da Cenk için daha önce hissetmediği şeyleri hissettiğiydi. İnsan yıllarca sadece arkadaş gözü ile baktığı bir kişiye aşık olabilir miydi? Eğer hisleri aşk ise ki öyle olduğu açıktı, bu mümkün demekti ve kaçmanın anlamı yoktu. Fakat aralarındaki güçlü arkadaşlık hislerini ortaya dökmelerini engelliyor ve onları güçlü bir biçimde korkutuyordu.

Güneş tutulmasından dört gün sonra Cenk ailesinin yanına yazlığa, Yalova’ya gitmeye karar vermişti. Burcudan da gelmesini istedi ama Burcu o kadar uzun izin alamamıştı ki… Hafta sonu gelirim dedi kendisine uğrayan Cenk’e… Cenk bir şey söylemek istedi, sonra sustu. Aslında Burcu söylemek istediğini biliyordu. Kapıdan geçirirken Cenk’e seslendi, o da bir şey söylemeden sadece el salladı. Oysa “seni seviyorum” demek istemişti.

Burcu 17 Ağustos gecesi uğursuz sallantı ile uyandığında aslında savaş çıktığı gibi saçma bir fikre varmıştı. Derken başlarına geleni anladı. Kendini gecelikler ile dışarı attığında yıkımın büyüklüğü ile ilgili hiçbir fikri yoktu. Radyolar kötü haberleri geçtiği anda yıkım bölgesinde yer alan ve ailesinin, arkadaşlarının olduğu yazlık evleri aklına geldi. Şok içerisinde eve girdi, giyindi, arabanın anahtarını alıp dışarı çıktı.

Bir yandan kendini kaybetmiş bir şekilde trafik lambalarının bile çalışmadığı yollarda araba sürüyor, bir yandan da boşa bir çaba harcayarak cep telefonundan sevdiklerine kavuşmaya çalışıyordu. Telefonlar susmuş, tüm şehir karanlığa gömülmüştü…

Yollar şaşkın ve ne yapacağını bilemez insanlar ile doluydu. İzmit’e geldiğinde ise durum daha da vahimleşmiş ve iğrenç depremin hasarları kendini göstermişti. Burcu iki-üç saatten daha fazla süremeyecek yolu kaç saatte aldığını bilmiyordu Yalova’ya vardığında. Trafik birbirine girmişti. Çaresiz yüzler, birilerini arayanlar, acı çığlıklar atanlar,şok içinde yığılıp kalmışlar, yardım için olay yerlerine ulaşmaya çalışan dernek üyeleri… Herkes şoktaydı.

Burcu nihayet siteye ulaştı. Artık hem ağlıyor, hem de bağırarak annesine sesleniyordu. Tanıdık yüzlerin olması iyi haberdi. Site yerindeydi demek ki. Evlerini gördü, ayaktaydı. Ön taraftaki yeşillik üzerinde anne babasını gördüğünde tekrar hayat buldu. Onlara koşup çılgınca sarıldı. Tekrar doğmuş gibi kenetlendiler.

Bir müddet sonra orada bir tuhaflık hissetti Burcu. Sanki burası böyle değildi, bir değişiklik, bir eksik vardı… Biraz sonra dehşetle hissettiği bu eksikliğin yan blok olduğunu gördü! İçerisinde Cenk’in yaşadığı bina yoktu…. Bina tamamen çökmüştü. İskambil kağıtları gibi ezilmiş beton yığınını korku ile seyretti. Çılgın gibi Cenk’i aradı ama yoktu. Beş saat sonra Onun ve ailesinin cesetleri çıkartıldı.

Burcu depremden bir ay sonra TV’de bitip tükenmek bilmeyen deprem tartışmalarını izlerken başının hareket ettiğini fark etti. Yine deprem mi oluyor diye panik oldu ve lambalara batı. Sorun yoktu. Son zamanlarda vücudu istem dışı hareket eden ve deprem olduğunu düşünen bir sürü insan duymuştu ve kendisi de onlardan biriydi. Meltem ile beraber kalıyorlardı artık. Cenk yoktu…

Kalkıp pencerenin önüne geldi. Dışarıdaki ışıklar, bu şehir artık ona sadece hüzün veriyordu… Parıltılar güneş tutulmasındaki gibi yok olmuştu. Televizyondaki psikolog kadın sevgiden bahsediyordu. Diyordu ki, korkmayın, birbirinize “seni seviyorum” deyin. Yarın bunu söyleme şansınız olamayabilir… Düşündü. O seni seviyorum diyememişti… Artık şansı da yoktu. Ama belki göklerden onu duyardı Cenk. Bağıdı, “seni seviyorum” diye…

Tüm gece sadece dışarıyı izledi. Dışarıda tehlike içinde yaşayan bir “Şehr-i İstanbul” vardı…


Renkler...

Not: Bu hikaye deçen kahramanlar hayal ürünüdür. Fakat geçen olayların çoğu ne yazık ki gerçektir...

27 Comments:

Blogger Nasıl geçti habersiz... said...

amaniin takvime baktım valla,yıldönümü mü geldi diye.
yahu ben adapazarında idim o gece. eşimin ailesi ise depremin başlangıç noktasında.:(
okurken o zamana döndüm.:(

ve aşağıya da yorum yazdım.

6:17 AM

 
Blogger renkler said...

Canım, yıldönüm değil de daha önce yazdığım bir yazı bı, geçenlerde buldum, yazmak istedim... Allah bir daha göstermesin.

6:21 AM

 
Blogger anemon said...

bende yalovadaydım o depremde
hala dün gibi hatırlarım ve cok can kaybı vermişti esimin akrabalrı

allh bir daha yasatmasın

evet sevgiyi esirgenmenden söylemk gerek anı yasamak gerek cünki bir daha o anı yakalıyamıyor insan

6:55 AM

 
Blogger [ fiкяiмiи iиcє güℓü ] said...

Depremin olduğunda Mini'me hamileydim. Buzdolabının başında üzüm yemekteydim.:)) Yarın gerçekten geç olabilir. Hayatı ertelememek ve içimizden geleni söylemek lazım. Çok etkileyici bir yazı. Ellerine, yüreğine sağlık.:))

7:53 AM

 
Blogger Meltem said...

Öyle güzel ve samimi yazmışsın ki kendimi tutamadım ağladım. Bence yazmaya devam etmelisin. Çok akıcı bir dilin var.

10:00 AM

 
Blogger Emre said...

Ağletcen sen beni ama ya, güzel yazıyon sen ya, devam et şu romana meraklar içerisindeyim ben ve diğerleri ona göre:)

11:59 AM

 
Blogger Gamzeli said...

Çok duygusal olmuş, içim bir tuhaf oldu yaaa...Allah yaşatmasın bir daha...İyi hafta sonları canım..

12:10 AM

 
Blogger Unknown said...

günaydın,çok içten çok gerçekçi olmuşi yazım dilini çok beğeniyorum, iyi haftasonlları umarım bomba gibi yeni bir haftaya başlarsın

1:10 AM

 
Anonymous Anonymous said...

REnkler ciğim ben ve ailem İzmit te oturuyorduk. O geceyi en acı şekilde yaşayanlardan biriyim. Bİliyorsun evlenip İstanbul a yerleştim ama ailem hala orada oturuyor. O günü hayatım boyunca hiç unutmayacağım. Ölü kokusunu, yerlerde yatan ölüleri, toprak altındaki feryadları, askerleri,çadırları,yardım arabalarını, orada bile üçkağıtçılık peşinde olan insanlıktan çıkmışları hiç ama hiç unutmayacağım. Şimdi aynı şeyleri tekrar yaşamamak yani olacağı söylenen İstanbul depreminde buradan çoktaaan gitmiş ve başka bir yere yerleşmiş olmaktan başka bir dileğim yok. Çünkü aynı şeyleri bir kez daha yaşamak istemiyorum. Çünkü bu kez sadece annem, babam, kardeşim değil aşık olduğum eşim ve minicik bi kızım var... Bazı geceler deprem olursa eğer yatak odamdan DErin in odasına naısl koşarım, nerede saklanırız deprem bitene kadar diye düşünmekten, eşimin bebek gibi uyuyan yüzünü seyrederken onu ne deprem ne de başka bir sebepten kaybetmeye nasıl dayanacağımı düşünmekten uyuyamıyorum... Neyse....NErden çıktı şimdi bu yazı, allak bullak oldum. Öpüyorum, senin de içini kararttım ama paylaşmak iyi geldi...Kendine iyi bak...

2:55 AM

 
Blogger Unknown said...

Hergün takip ediyorum güzel, akıcı yazılarınızı ama bu bambaşka geldi bana.İçim bir tuhaf sanki birşeyler kopmuş gibi.Hele de Hande'nin yorumunu okuyunca, çünkü aynı şeyleri ben de düşünüyorum.Ranzanın alt katında yatan küçük oğluşumu kucaklasam bile, üst katında yatan oğluşuma nasıl ulaşırım korkusu o kadar kötü ki, Allahım yaşatmasın kimseye...

8:52 AM

 
Blogger uykucu said...

moralim bozuldu allah kimseye böyle bir acı vermesin.bende yarın geç olabilir diye düşünenlerdenim utanmadan söyleyeceksin duygularını.

5:03 AM

 
Blogger - said...

Ben o geceyi İstanbul'da yaşamama rağmen yine de aşırı etkilenmiştim. Aylarca uyuyamadım ve nasılsa öleceğiz die hayatı boşverdim. Ders bile çalışamıyordum. Midemde sürekli bir ağrı vardı, günlerce gecelerce televizyonun karşından kalkmadım, ezbere tüm görüntüleri bilirim. Güneş tutulması hep bana o günleri hatırlatır. Allah bir daha yaşatmasın,

10:42 PM

 
Blogger renkler said...

Civcivciğim, ölenlerinize Allah Rahemet eylesin. Bizim de tanıdıklarımızdan ölenler olmuştu. Allah göstermesin. Ama dikkatli olmakta fayda var.

10:45 PM

 
Blogger renkler said...

İnce Gülcüğüm, hamile bir bayan olarak o günleri yaşamak daha da zor olmuştur. Benim oğluş da küçüktü. O bile arada yerde oturur ve deprem mi oluyor ne diye bize sorardı. Bizden ne etkilendiyse...

10:46 PM

 
Blogger renkler said...

Meltemciğim, sağol... Arada yazıyorum. Yazmayı çok seviyorum zaten. Aslında kısa hikaye yazmam pek...

10:46 PM

 
Blogger renkler said...

Emreciğim, ben de istiyorum. Ama dağıldım nu sıralar, zaman da yok, yazmak için istek de. Ama yakında başlayacağım, hissediyorum:-)

10:47 PM

 
Blogger renkler said...

Gamzeliciğim, hayatın acı yanlarını çok örtpas da etmemeliyiz. O günleri hep hatırlamalı ve evimizi seçerken yeri şöyle, mutfağı böyle, odası küçük, duvarı çirkin diye değil sağlam olup olmamasına göre seçmeliyiz. Unutmamalıyız.

10:49 PM

 
Blogger renkler said...

Sevgili ikizlerin annesi. haftasonum iyi geçti sayılır. Gerçi biraz sıkıldık, anlatacağım... Yazım dilimi beğendiğine sevindim:-)

10:50 PM

 
Blogger renkler said...

Handeciğim, bunları hatırlamak hoş değil. Sen de acı şekli ile yaşamışsın orada... Ama hayatımızı bu gerçeğe göre düzenlemekte fayda var. Bir gün ne yazık ki yaşanacak diyorlar. Tarihte istanbul'da o kadar deprem olmuş ki. İnşallah olmaz ama biz dikkat edelim...

10:51 PM

 
Blogger renkler said...

Sevgili Hatice, Allah bir daha yaşatmasın tabi... Benim bir korkum da ya ben oğlumdan, eşimden uzakken olursa... Artık çılgın gibi koşarak giderim eve herhalde...

10:52 PM

 
Blogger renkler said...

Figenciğim, moralini bozmak istemezdim... Ama arada hatırlamamız lazım. Seviyorum demekten korkmam. Oğluma da aşıladım. Bilirsin erkekler duygularını pek belli etmez. Benim oğluş da biraz maçodur. Ama o da alıştı artık. Seni seviyorum diyebiliyor...

10:54 PM

 
Blogger renkler said...

Kelebekçiğim, Allah göstermesin tabi. Ama hazırlıklı da olunmalı. Gerçi İzmir'de büyük bir tehlike yok diye biliyorum. Ama yine de ev seçimlerinde dikkat edilmeli...

10:55 PM

 
Blogger KUGUU said...

O gunlere goturdun hepimizi Renkler... Oyle daldimki simdi yazindan sonra, neler gecti aklimdan sesli sana cvp olarak...
Annem Babam oradaydi.
Cocuklugumun gectigi cok sevdigim yazligimizda..
Sitemiz 2 bloktu ve biri orta derece hasarli iken digeri tamamen yerlebir olmustu. Cok komsumuz öldü.. Depremden sonra bir daha asla Yalovaya ayak basmadim, anilarimdaki gibi kalmasini istiyorum, yeni halini gormek, icinden gecmek bile istemiyorum...
ps: Hikayendeki 2 bloklu siteyi bir an gercek ve acaba bizimki mi, Renkler ya da Burcu, Meltem niki neyse acaba komsumuz mu oldum bir an, ama sen hayal urunu demissin sonunda. Gercekten hayal urunu mu yazdiklarin?

11:19 PM

 
Blogger renkler said...

Kuğucuğum, öyle kişileri bilmiyorum cidden. Sadece hayal. Ama Yalova Engin Sitesinde iki yaz çocukluğum geçmişti. Annem gelen gidenden bezdiği için orayı satmıştık. Sonradan duyduğuma göre bir blok ayaktayken,diğeri yıkılmış. Acaba aynı siteden mi bahsediyoruz... Bir de Aydın Kentlerde çok arkadaşım vardı. Ceylankentin mimarı arkadaşımın babasıydı...

11:32 PM

 
Blogger KUGUU said...

Canim Engin sitesini cok iyi bilirim, ama orasi dgl kastettigim hem o buyuk bir siteydi. Ama o 2 yazinizdan birinde belki de sen ve ben tanismisizdir kimbilir.. Enginden cokkkkkkkk arkadasimiz vardi.

11:42 PM

 
Blogger renkler said...

Kuğucuğum, haklısın Engin sitesi iki blogdan oluşmuyordu. Biliyor musun aklıma ne geldi. O iki yazdan sonra oraya sadece bir kez, o da üniversitedeyken gittik. Hala orada oturan tanıdığımıza... Küçükken o site, o baçe, sahil bana çokk büyük, uçsuz bucaksız gelirdi. Oysa ki o gidişimizde çok küçük geldi:-) Çocukken mekanlar da büyük görülüyor sanırım.

Orada hep eğlendiğimi hatırlıyorum. killi bir toprağı vardı, habire çanak çömlek yapardık:-) Gerçi annem hep kızardı buna. Bir de o sene Charli'nin melekleri çok modaydı. Biz de oyun oynayıp canlandırırdık. Ben kim olurdum sence? Tabi sarışını oynardım:-)

11:49 PM

 
Anonymous Anonymous said...

Engin Sitesi'nin facebook'da grubu var . Eğer 1 yazı bile Engin Sitesi'nde geçirmişseniz "katılın" derim.

8:57 AM

 

Post a Comment

<< Home